Sayfalar

29 Temmuz 2011 Cuma

İsmi kıtaları aşan bir derya: Mevlânâ...

İsmi kıtaları aşan bir derya: Mevlânâ...

Asıl adı, Muhammed Celaleddin'dir. Rumi ismi, "Anadolu" anlamına gelmektedir, Konya'da yaşamış olduğundan bu ismi aldığı söylenir. Mevlânâ ise "Efendimiz" anlamına gelir, bu da Konya'da dersler verirken kendisine verilmiştir.

Mevlânâ, 30 Eylül 1207'de Afganistan'ın Belh şehrinde doğmuştur. Babası, kendi zamanında "Sultan'ül Ulema" olarak anılan Bahâeddin Veled'dir. Annesi, Mümine Hatun'dur. Mevlânâ 5-6 yaşlarına iken ailesi bazı siyasi olaylar yüzünden Belh'ten ayrılıp, Konya'ya geldiler. Babası, 1231 yılında vefat ettikten sonra, onun müderrislik görevini yürütmeye başlamıştır. Dönemin önde gelen isimlerinden olmuştur. Tasavvuf', tasavvuf hakkında görüşler hakkında sohbetler vermiştir.

1244 yılında, Mevlânâ'nın dünyasına güneş gibi doğan biri geldi, "Şems-i Tebrizi"... İran'ın Tebriz şehrindendir. Bu coşkulu mutasavvıf, fikirleri ve üslübu ile Mevlânâ'yı etkisi altına aldı ve onu yeni ufuklara yöneltti.

Şems ile Mevlânâ arasındaki sıkı muhabbet ve sevgi bağı, Mevlânâ'yı sevenler tarafından sevilmedi. Şems yadırgansı, eleştirildi. Ona karşı büyük bir muhalefet oluştu. Bu tavırlara dayanamayan Şems-i Tebrizi, 1247 tarihinde ortadan kayboldu.

Şems, Mevlânâ için çok önemli bir dost, mana yoldaşı olduğu için bu gidiş Mevlânâ'yı çok üzdü. Buna rağmen kalbî yürüyüşünü aksatmadı. İlahi aşkı her geçen gün alevlendi, şiir olup döküldü dilinden, yüksek mana alemlerine uçtu.

Dillere destan olan bir ömür yaşamıştır Mevlânâ. Hem kendi zamanını, hemde sonraki zamanları etkileyen eserler yazdı. Mevlânâ, bir merhamet ve sevgi çağlayanıdır, ve yüzyıllardır durmadan akar. Gittiği yerlere bereket götürür, her dindeni dilden insanı etkisi altına alır. 1273 yılında bu dünyadan ayrılmıştır. Ama hep gönüllerde yaşamıştır, yaşayacaktır.

Mevlânâ'nın ölümünden sonra oluşan, Mevlânâ yolunda ve izinde olma yolu olan Mevlevilik tarikatı, Mevlânâ'nın sağlığında yavaş yavaş şekillenen daha sonra ölümünün ardından Hüsameddin Çelebi önderliğinde yoluna devam etmiştir. Mevlânâ Türbesi'ni inşa eden de bu kişidir. Hüsameddin Çelebi öldükten sonra yerini Mevlânâ'nın oğlu olan Sultan Veled'e devretmiştir. Sultan Veled, mevleviliğin duyulması ve yayılması konusunda çok büyülk emekler vermiştir ve Mevlevihâne'yi kurmuştur.

Semâ, musikiyle bedenin ibadetidir. Semâ'da pek çok sembol vardır, ve her bir sembol pek çok mana taşır. Mevlânâ, semâ yapmaya Şems'i tanıdıktan sonra başlamıştır.

İlk büyük yapıtı Divan-ı Kebir'dir ve bu yapıtında, şiir semâsında özgürce kanat çırpar.

En bilinen eseri ise Mesnevî'dir. Mesnevî'de soyut anlamları somut bir dille anlatarak, hikayeler yazmıştır. Yaklaşık yirmi altı bin beytiyle, şiir ve tasavvuf âleminin en görkemli eserlerinden biri olmuştur.

Divan-ı Rubâiyât eseri ise, iki bin rubai içerir. Gazellerinde göze çarpan coşkunluğu ve tasavvuf inancının esaslarını, rubailerinde daha çarpıcı bir biçimde vermiştir.

Fi ima-Fih, “Onun içindeki, içindedir.” Anlamına gelir. Bu eserinde Mevlânâ, çeşitli konuşmalarına yer vermiştir. Aynı zamanda hadisleri açıklar, ahlak ve tasavvuf konularından bahsetmiştir.

Meclis-i Seb’a, Mevlânâ’nın altı bölüm halinde toplanan öğütlerini içerir.

Mektûbât ise, Mevlânâ’nın çeşitli nedenlerle dönemin üst düzey yetkililerine yazılmış olan yüz kırk yedi adet mektuptan oluşur.